Darkness In Me

İyilik mi, İnsanlık mı?



İyilik nedir sizce? Nasıl tanımlarsınız? Ne yaptığınızda kendinizi ‘iyi’ bir insan olarak addedersiniz? Kıstaslarınız nelerdir?

İyilik denince insanın aklına önce zıttı olan ‘Kötülük’ gelir. Filozoflar genelde iyiliği tanımlarken bu iki olguyu birlikte değerlendirirler. Çünkü bir şeyin en iyi, o şeyin zıttıyla tanımlanabileceğini düşünürler. Katılmıyor değilim aslında, ancak bu düşüncenin kapsamadığı alanlar da var diye düşünmekteyim.

Örneğin Farabi’ye göre saf iyilik Allah’tır. İbn-i Sina’ya göre ise iyi, varlığın olgunluğu; kötü, olgunluğun olmamasıdır ve bunun da ucu bir şekilde Allah’a dokunur. Tabi epey ayrıntısı var ancak İbn-i Sina değil bu yazının konusu. Benzer şekilde Leibniz’e göre de iyi ve mükemmel olan Tanrı’dır. Tanrı da varlıkları yarattığı için, yani bizleri, onlar da iyidir. Kötülük ise iyiliğin parlaması ve açığa çıkması için vardır sadece. Şahsen iyi ve kötünün Tanrı kaynaklı olması fikri beni pek bir rahatsız ediyor, özgür iradeyi yönlendirip manipüle ediyor.

Bu düşünürlerden sonra Hegel, Schopenhauer, Kierkegard ve Nietzsche gibi düşünürler konunun tersinden, yani zıttından giderek önce kötüyü, sonra da kötüye bağlı olarak iyiliği tanımlamaya kalktılar. Tabi yine bol bol ayrıntı ve farklar var.

Benim asıl merak ettiğim ise iyilik kavramının, insanlık kavramının neden vazgeçilmez bir yanı olduğu. İnsanlık dediğimizde nedense büyük ve göz kamaştırıcı iyilikler, fedakarlıklar, sevgi, güzellik, bahar ve açan çiçekler gibi şeyleri düşünürüz. Gülümseyerek verilen bir baş selamı, samimi ve içten bir sarılma, sıkıntılı bir günde bir dostun yanında olmak gibi şeyler içerir insanlık; felaketlerde uzatılan yardım elleri, kötülüğe karşı birlik ve beraberlik...

İyilik... Kötülük... Nedir bu insanlık dediğimiz kavram?

İnsanlık, kendinden sonraki nesle kendinden öncekilerinin hikayelerini anlatabilmeye başladığından beri tanımlanmaya maruz kalmıştır. Yazının, dilin ve ateş çevresinde otururken anlatılan hikayelerin keşfinden beri olmuştur belki de. Kim bilir ondan çok öncesinden beri insanlık kendi tanımlamaya başlamıştı hatta. Lakin insanlık tanımlanırken en temel öğe nedense hep iyilik olmuştur. Bu ise benim hep aklımı karıştırmıştır.

Kötülük yapanlar da insan değil midir? Onlar da bize iyiliği öğreten aynı kültürden, öğretilerden ve terbiyeden geçmemişler midir?

Tamam, pekala. Biraz erken girdim konuya. O zaman şuradan devam edelim, daha doğrusu geri dönelim. İyilik nedir? ‘Kendisine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma’ adlı altın kuralı temel alan bir kavram mıdır? Yoksa kendinden başkalarının faydasını ve çıkarını düşünmek midir, özellikle de kendinden zayıf olanların? Din midir, bize ahlak konusunda katı kurallar sunup sınırlarımızı çizen? Toplumun bize verdiği gelenek ve göreneklerin öğretileri midir? Nedir bu iyilik ve insanlık ve de birbiriyle olan ilişkisi?

Ben iyiliğin olduğu kadar kötülüğün de insan olmanın, yani insanlığın bir parçası olduğuna inanırım. Yani, her ne kadar hoşnut olmasam da, Hitler de bir insandı ve insanlığın bir ürünüydü. Üstelik vejeteryan bir ressamdı kendisi, biliyor muydunuz? Stalin de öyleydi, Mussolini, Osmanlı padişahları, İngiliz monarşisi, Fransız İhtilali’ni yapanlar, Amerika’yı suçlular için sürgün yeri kabul eden Avrupa ve oraya giden insanların kızılderilileri vebalı battaniyelerle katledenler... Her biri insandı ve insanlığın ortaya koyduğu ürünlerdi.

Ortaya çıkan yıkımlar, katliamlar, soykırımlar, cinayetler, suçlar... Bunlar da biz insanların ortaya çıkardığı eserler değil midir? Doğada insandan başka kaç varlık bunları yapmıştır? Hiç yemeyeceği geyiği öldüren bir aslan gördünüz mü mesela? Ben görmedim ama belki de belgeselciler bizi kandırıyordur kim bilir, değil mi?

Doğada iyilik ya da kötülük yoktur. Doğa iyi ya da kötü tanımaz. Denge ve dengesizlik vardır sadece. Doğa, dengesizlik karşısında bizim kötü olarak nitelendireceğimiz davranışları tereddütsüz sergiler. Çünkü iyilik ve kötülük bizim kendi kendimize yarattığımız olgulardır. Zira o kadar iğrenç eserler sunmuşuzdur doğaya ve evrene, sonra da bunları aşmakta o kadar zorlanmışızdır ki insanlık kavramını yeniden şekillendirmişizdir. Kendimizi insan addedip, hoşlanmadığımız şeyleri yapanları insan olarak kabul etmeyip ortadaki sorundan ve yanlıştan üzerimize düşen sorumluluğu üstlenmemişizdir.

Hani bir söz vardı kızılderililerin: “Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları. Kimin kimi yiyeceğini suyun akışı belirler.” diye. Bu olayların sıralamasını ve doğaya hükmedemediğimiz gerçeğini anlatmaktan ziyade bir şey daha anlatır. Bu da doğada iyilik ve kötülük olmadığı, sadece dengeyi etkileyen ve tetikleyen değişimlerin olduğudur.

Yani doğanın özünde iyilik ya da kötülük yok. İnsanın içinde sadece iyilik varsa, kötülük nereden geliyor?

Hani bir yazar vardı ya, sustuklarımızdan da sorumlu olduğumuzu söylerdi hani? Bence ‘İnsanlık’ dediğimizde, sorumlu olmadığımız şeylerden de sorumlu oluruz aslında. Dünyanın öbür ucunda bir cinayet işlendiğinde eğer bundan rahatsız olmuyorsak, hani fikirsel olarak değil ama içten ve ağlayacak kadar üzülmüyorsak, o vakit biz de o cinayetten bir parça suç alırız. Çünkü onaylamasak bile reddetmiyoruzdur o cinayeti. Basitçe bizi ilgilendirmiyordur.

Ben buna ‘Karanlık’ derim. İnsanlar karanlıktan korkarlar. Ölüm gibidir karanlık, içine girene ya da ışık tutana kadar içinde ne tür dehşetler veya güzellikler barındırdığını ya da sakladığını bilemeyiz. İnsanlığın özündeki karanlık budur işte:

Bilinmezliğimizdir, karanlığa gömdüğümüz ve bir daha da bakmak istemediğimiz şeydir insanlığımız. Kötülediğimiz ve utandığımız şeylerin aslında bizim özümüzde de olduğu gerçeğini görmek istemeyişimizdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder